Geçen gün Thoreau ile “Yaşadığım Yer ve Yaşama Nedenim” konusu üzerinden dedikodumuzu yapmıştık. Şimdi de bir sonraki bölümü olan “Okumak” üzerine bir yazı paylaşayım istedim yine onun fikirlerinden istifade ederek. Zira hem işim hem hobim okumak. Kitabı, dünyayı, insanı en zoru da kendimi okumak. Thoreau yaptıkları işi seçmede biraz özenli davranacak olursa, bütün insanların birer öğrenci ve gözlemci haline dönüşeceklerini çünkü tabiatları ve kaderlerinin benzerleri için hep ilgi çekici olduğunu ifade ettikten sonra gerçekle uğraşırken ölümsüz olduğumuzu değişimden ve kazadan korkmamamız gerektiğini söylüyor.
Ona göre tanrısallığın dışa vurulduğundan beri zamanın kayıp gitmediğini, geliştirdiğimiz, gelişmeye açık olan o zaman ne geçmiş, ne şimdi ne de gelecektir. Oturduğu mekanı gerek düşünmek gerekse okuma yapmak için bir üniversiteden çok daha elverişli bir yer olarak tanımlayan Thoreau gelişimin aslında ne üniversite, ne kitap, ne hocalarla sınırlı kalmaması gerektiğini kaldı ki böyle kalırsa oldukça kısır bir ilerleme, gelişme olacağını ifade ediyor sanki.
Özellikle cahillik ve zenginlik sonrası faaliyete ışık tutan şu cümleleri okumanın öneminin özeti sanki…
“Cahil ve belki de ağzı bozuk tüccar, sanayi ve girişimcilikten kazandıkları ile özlemini çektiği boş vakit ve bağımsızlığa kavuşunca, moda dünyasında ve sosyetede kabul görünce er ya da geç bu defa yüksek ve erişilmez olan entelektüel ve dâhiler arasında kabul edilmek isteyecektir. İçinden geldiği kültürün mükemmellikten uzak olduğunu ve zenginliğin yeterli olmadığını anlayıp özlem duyduğu entelektüel kültürü çocuklarına verebilmek için gereken çabayı göstermekle sağduyusunu bir kez daha kanıtlamış olacaktır. Böylelikle bir aile kuracaktır.”
İhtiyaçlar, istekler ve öncelikler düşünüldüğünde günümüz toplumunda entelektüelliğin para ile de gerçekleştirilmesi zor görünse de zengin insanların yazar, çizer, sanatçı, bilim insanları ile aynı ortam ve programlarda olma ya da görünme çabası bir anlamda kendi zeka ve kültürlerini gösterme çabası. Lakin medyadan ve sokaktan göründüğü kadarı ile bilim ve sanat kendini ucuza çok ucuza sattı. Değerini bilmeyen, anlamayanların yanında fiyakalı, itibarlı, şanlı, şöhretli olacağını sandı. Belki kimi maddeten zengin ve popüler olmuş olabilir lakin altının çamurun içinde ne değeri ne itibari olabilir. Maddi/manevi ilk anlaşmazlıkta hoca olmuş, sanatçı olmuş ama adam olamamış damgası yemesi an meselesi. Halden anlamayana halini anlatma derler ya işini bilmeyen ile de iş tutma hele ki sırf maddi bir takım getirisi için asla. Neyse bugün çok yazasım, kendimden çok katasım yok, o sebepten okumak üzerine şu güzel cümleleri ile sizi baş’başa bırakayım…
“Manevi dünyayı bir baştan diğerine dolaşmanın ayrıcalığını kitaplarda yaşadım. Bir kadeh şarapla sarhoş olmanın zevkini manevi ilimlerin liköründen içtiğim zaman yaşadım…
Zaten klasikler insanoğlunun kaydedilmiş en asil düşünceleri değil midir? Klasikler asla bozulmayan rehberlerdir ve içlerinde en modern sorgulamaların bile vermediği cevaplar vardır…
İyi okumak, yani gerçek bir ruha sahip, gerçek kitaplar okumak, asil bir alıştırmadır…
Kitapların yazıldığı dili konuşabilmek onları okumak için yeterli değildir. Zira konuşulan ve yazılan, duyulan ve okunan dilin arasında hatırı sayılır bir zaman ve uzam farkı vardır.
Bir dili konuşabilmemiz için yeniden doğmamız gerekir.
En asil yazılı kelimeler, gelip geçici konuşma dilinin ardında veya ötesinde yer alır. Yıldızlar yerli yerindedir. Onları okuyabilen insanlar da kendi yerlerindedir.
Yazı hayatın kendisine en yakın olan sanat eseridir.
Kitaplar dünyanın zengin birer hazinesidir, nesillerin ve milletlerin mirasının ifadesidir.
Medeniyetimiz başlı başına bir kopya…
Çoğu insan günlük hayatta işe yarasın diye okumayı öğrenmiştir, hesapları tutmak veya ticarette aldanmamak için dört işlemi öğrendikleri gibi. Ama asil bir zihin alıştırması olarak okumak konusunda çok az şey bilirler ya da hiçbir şey bilmezler. Oysa yüksek anlamda okumak diye sadece buna denir. Yoksa okumak bir lüks olarak bizi uyuşturan, gelişmiş algılama yeteneklerimizin bir süreliğine uyumaya çekildiği bir faaliyet değildir.
Okuduğu hakkında konuşacak kaç kişi bulunabilir acaba ?
Bizler yetersiz beslenmiş, aşağı seviyede yaşamış, cahil insanlarız. Bu noktada itiraf etmek istiyorum ki, okuma yazma bilmeyen hemşehrilerimle , okuma yazma öğrenip çocuk kitapları veya geri zekalılar için yazılmış kitapları okuyanlar arasında bir ayrım gözetmiyorum.
Karabatak cinsi insanlarız, yüksekten uçan, ama entelektüel uçuşları günlük gazete sütunlarının çok az üstünde seyreden bir tür…
Eğer gerçekten duyup anlayabilirsek, bu kelimeler bir sabah ya da ilkbahardan daha içten selamlayabilir hayatlarımızı, eşyaların ve olayların görünüşüne farklı bir bakış açısı ekleyebilir. Kaç insan kitap okuduğu için hayatında yeni bir döneme başlamıştır. Kitap belki de bizde olan mucizeleri açıklar ve yenilerini ortaya çıkarır. Şu an dile gelmeyen şeyler bir yerlerde dile gelebilir.
Zihni beslememiz dışında her türlü beslenmemize özellikle de vücudumuzun beslenmesine bol bol para harcıyoruz.
Hayvanları otlatıp, dükkân işletmekten okuldan uzak kaldık ve eğitimimiz ihmal edildi.
Gelişmiş bir zevke sahip asil bir insan çevresini kültürüne katkıda bulunacak şeyler ile doldurur; deha, ilim, zekâ, kitaplar, resimler, heykeller, müzik, felsefi araçlar ve benzerleri…