Toplum sözleşmesi giriş kısmında çevirmenin de belirttiği üzere az okunan ama üzerinde durmadan söz edilen yapıtların başında gelmektedir. Yayınlandıktan iki yıl sonra, 1764’te İngilizce’ye çevrilmiş olan kitap ilk kez 1913 yılında Türkçe’ye çevrilmiştir. Toplum olarak kitaptan çok az istifade ettiğimiz doğrudur lakin devletleri yöneten yapı ve oluşumların bu kitaptan fazlası ile istifade ettiğini söylemek mümkün. Nedense öyle düşündüm kitabı bitirince. Farklı zamanlarda, farklı toplumlarda hangi etkiler ile hangi tepkilerin alınacağını önceden biliyorsanız eğer oyuna bir’kaç sıfır önde başlıyorsunuz demektir. Özellikle siyasi coğrafya dersim için kesinlikle tavsiye edeceğim kitaplar listesinde yerini alan kitap toplum ve kültür coğrafyasını anlamak adına da çok faydalı. İklim ve doğal ortamın devlet ve toplumlar üzerine etkisinden bahsettiği bölümlerde oldukça coğrafi mesele irdelenmiş olmakla birlikte din, devlet ve toplum ilişkisi de derinlemesine kazılmış. Uyruk ve yurttaş ile insan dini ile yurttaş dini arasındaki farkların sanırım herkes tarafından iyice anlaşılması gerekiyor ki aynı kelimeleri kullanırken aslında aynı şeylerden bahsetmediğimiz ortaya çıksın. Din, devlet, toplum, uyruk, yurttaş, demokrasi gibi kavramların ifade ettikleri anlamları doğru kavramadan, onlara hangi anlamları yüklediğimizi açıklamadan üzerinde tartışmak hakikaten boş ve gereksiz bir tartışma. Herkesin havaya yumruk sallayıp kendi ile dövüştüğü bir kavga aslında. Kitapta demokrasi özellikle temsili demokrasi ile ilgili verilen örnekler ve tartışmaları okuyunca insan günümüz teknolojisinde temsile gerek kaldı mı ki diye de sormadan edemiyor aslında. Zira “temsil edilenin bulunduğu yerde temsil diye bir şey kalmaz…” sözü çok tartışma kaldırır cinsten.
Hadi buyurun kitaptan birkaç güzel satırla ziyafete…
“insan özgür doğar oysa her yerde zincire vurulmuştur…”
“madem güçlü her zaman haklı öyleyse yapılacak şey her zaman güçlü olmaya bakmaktır, güçlünün yok olması ile ortadan kalkan hakka hak diyebilir miyiz?”
“insan boyun eğmeye zorlanıyorsa, boyun eğmek zorunda değil demektir..”
“her türlü güç Tanrı’dan gelir, kabul ama bütün hastalıklar da ondan gelir, böyledir diye hekim çağırmak yasak mı olmalı…”
“özgürlüğünden vazgeçmek, insan olma niteliğinden, insanlık haklarından hatta ödevlerinden vazgeçmek demektir…”
“savaş insanın insanla değil, devletin devletle olan ilişkisidir, devletin düşmanları insanlar değil yine başka devletlerdir…”
“insanlar yaşayışlarını değiştirmezlerse yok olup giderler…”
“insanoğlunu gerçekten mutlu eden şey, dirlikten çok özgürlüktür… uyruklar kamusal dirliği över, yurttaşlar da özgürlüğü…”
“üyelerinden her birinin canını, malını, bütün ortak güçle savunup koruyan öyle bir toplum biçimi bulunmalı ki, orada her insan hem herkesle birleştiği halde yine kendi buyruğunda kalsın, hem de eskisi kadar özgür olsun…”
“iyi yönetilen bir devlette cezalar azdır, bunun nedeni bağışlamaların çokluğu değil suçluların azlığıdır, çökmekte olan bir devlette suçların çokluğu cezasız kalmaların yol açar…”
“Cumhuriyet halkın kral olduğu devlettir…”
“insanın, benzerini kendine efendi diye kabul edebilmesi için düşünce ve duygularında uzun bir değişiklik olması gerekir…”
“temsil edilenin bulunduğu yerde temsil diye bir şey kalmaz… temsilci seçme düşüncesi yenidir, bu düşünce bize, derebeylik yönetiminden, insan soyunu alçaltan ve insan adını lekeleyen o çok haksız ve saçma yönetimden geçmiştir…”
“insanın iç sorunlarında olağanın sınırları sandığımız kadar dar değildir, onu darlaştıran güçsüzlüğümüz, ahlaksızlıklarımız ve kör inançlarımızdır… alçak ruhlu insanlar büyük adamlara inanmazlar, aşağılık köleler özgürlük sözüne gülerler…”
“din, insani din ve yurttaş dini diye ikiye ayrılır, birincisinin tapınağı, sunağı, törenleri yoktur, yüce Tanrı’ya salt içten bir tapınıştır ve yüksek ahlak ödevleriyle sınırlıdır… ikincisi ise tek bir memlekette geçer, onu kabul eden ulustan başkası onca imansızdır, yabancılar barbardır, mihrapların ötesinde insanlar için ne hak tanır, ne ödev. İşte ilk kavimlerin dinleri böyleydi.”