YALAN DÜNYA, NEŞET ERTAŞ

Neşet Ertaş, Yalan Dünya

Sakarya Uluslararası Kısa Film Festivali kapsamında düzenlenen “Ah Yalan Dünya: Neşet Ertaş” belgeseli bu dünyada insan olmanın, insan kalmanın önemine dair güzel isimlerden birini konuk etmiş. Bu bağlamda yapımda fikri, emeği geçen herkese teşekkür etmek gönül borcu. Güzel bir insanın hayat hikayesinden kesitlerle bize insan olmanın güzelliğini yeniden hatırlattıkları için. Özellikle Kalan Müziğin kurucusu rahmetli Hasan Saltık’ın Neşet Ertaş’ın yeniden doğuşunda özel bir önemi olduğu muhakkak.

“Yalan mı Dünya” diye soruyor bir konuşmasında üst’ad Neşet usta, değil diyor değil. Yiyoruz, içiyoruz, konuşuyoruz yalan mı bunlar değil “insan muradını alamadığında yalandır dünya” diyor da kaç kez muradını almak için fırsat çıkmışsa ya peşine düşmemiş ya istememiş. Dünya malına tamahı yok belli besbelli. Muradı başkaydı çok başka, bilmem ki neydi acaba… Uzunca bir süre unutturmak da istemiş kendini, Almanya’da inzivaya çekilmiş adeta. Düğün, derneklerde rızkını kazanmak için çalışması inzivayı bozmaz ki bilakis en büyük yalnızlıklar kalabalıklar içinde başlar. Şahsen onun türküleri ile büyümedim, biz 90’ların pop çocuklarıyız. Lakin müziğin kültür, ülke, toplum coğrafyasına olduğu kadar insan coğrafyasına da etkisini az çok bilirim. Kimi türküde, kimi popta cazda, kimi arabeskte buldu kendini ya da kaybetti belki de. Bir ara öldü demişler üst’ad için cevabı mani’dar “içi başka dışı başka olanlar, haberim yok bana öldü demişler…” Her hafta bir düğünde sahne alırken oluyor bir de bu durum. Düğüne bile hatır için gelinmez diyor kaldırın kolları da candan oynayın diye telkinde bulunuyor bir düğünde. Yüreği yangın yeri iken bir şenlik alanına çeviriyor düğünü. Dünya da bir şenlik yeri elbet lakin insan olanın yüreği hep yangın yeri.

Emeğinin olmadığı, alın terini akıtmadığı parayı helal saymayan, helalinden kazandığının neredeyse tamamını paylaşan bir adam. “Öldükten sonra bir çuval unum kalmışsa günaha girmişim” diyecek kadar tevekkül sahibi, gelecekten korkmayan, ceketini çıkarmak için bile seyirciden izin isteyen bir adam. Bu sahneyi gördüğümde zihnimde başka bir sahne canlanıyor başka şarkıcılara ait, ceketini hevesli ve ateşli bir şekilde çıkartıp seyirciyi galeyana getiren hareketler, o da başka güzel tabi, farklı bir tatmin dünyaya, insana dair. Tatmin şekillerimiz farklı sadece ama kimi arafta kalıyor iş’te. Sanırım Neşet üst’ad da onlardan biri. Işığını çok erken yakmış lakin ölene kadar da sönmemiş o ışık. Zaten yanmadıkça içimizdeki kandiller anlaşılır mi ki dünyanın ve insanın gerçekleri. Neden türküleriniz çok seviliyor diye sorduklarında “yanmadığımız sevdanın, çekmediğimiz derdin türküsünü söylemedik” diyor. Öyle büyük bir söz ki günümüz dünyası için ama yorum yapıp rol çalmak istemiyorum üstadın sözü, özü üzerinden. O seviyede değil ki insanlığım(ız).

Heykelini dikmek istiyorlar, karşı çıkıyor, yaşayan birinin heykeli olmaz diye, babamın heykelini dikin diyor o zaman, kompozisyonda kendi de var çocukluğu şeklinde. Bir baba, çocuk, saz ve eşek. Babaya saygısı da sevgisi de müthiş, çocukluğu köy köy eşekle dolaşıp türkü söylemekle geçmiş. Lakin heykel neredeyse bitmiş ve yakında açılışı yapılacak, bir kurt düşüyor içine belki de yanan başka bir ışık, “bir canlı bir canlının üzerine binmemeli diyor söz konusu heykel bile olsa…Çok gerçekçi olmasa da talep, ki öyle belki de, açılışa katılmam deyince değişiyor kompozisyon. Maddi zarar mı zarar lakin verdiği ders Nasreddin hoca misali. Asırlarca hatırlanacak.

Doğduğu yere bağlılığı her daim çok yüksek, oradaki insanların geçim derdini düşünüyor, kendi için yardım ve destek istemeyen adam hem’şehrilerinin iaşesi için birden fazla kez istekte bulunuyor. Hayatta keyif yapmayan, keyif yapmayı bilmeyen bir adam. Belgesel çekimi sırasında yaşadığı köye doğru fotoğrafları çekilecekken bir tepeden, ekipten biri boş bulunup “keyif yaparken çekelim” diye bir söylemde bulununca canı öyle bir sıkılıyor ki çekimlere başlanamıyor bir süre. Devletin değil halkın sanatçısı olmayı isteyen, söz üstadı, saz üstadı, gönül üstadı, muhabbet üstadı, hayatı sırtında taşıyan bir adam. Voltaire’nin Sadık’ı gibi “her şeyde olduğu gibi davranmayı tercih ediyor dolayısı ile aslında aramadığı hakiki bir saygıya nail oluyordu…”

Öldüğünde “yoruldu desinler” diye vasiyette bulunan, sevgi saygı hoşgörüyü şiar edinen, onunla, şarkılarıyla ağlayanların da gözyaşlarının asıl sahibi olan, neden sevildiğini bilmeyen, sesini beğenmeyen ve bunları sürekli sorgulayan bir adam üst’ad Neşet Ertaş. Neden eksik sanırsın, neden fazlalık görürsün bu dünyaya kendini bilmem ama neden sevilirsin bilirim… Yakmışsın iş’te içindeki kandilleri erkenden, öz’ün samimi söz’ün samimi, her davranışın doğal ve kendince… Kendinsin bu dünyada yalnızca kendinsin… nasıl yaratılmışsan öylesin iş’te… saygı, sevgi, hürmetle… bu dünyada çok yoruldun ötesinde dinlen artık… dualarımız seninle…

%d blogcu bunu beğendi: