İyilik sorgulanır mı? İnsan iyiliklerini de sorgulamalı mı? İnsan iyiliklerin altında yatan nedenleri bilmediğinde ya da kendinden bile gizlediğinde kimse bilmez ya da görmez mi? Kişi inancı, değerleri, geçmiş yaşamı, değer verdikleri hatta en sevdikleri ile çeliştiğinde hayat neler getirir ve de neler götürür? Böyle durumlarda artı-eksi hesabı yapmak mümkün müdür? Küçük resimlerin içinde kaybolan bizler için büyük resmin içinde yol almaya çalışan Gide’nin Pastoral Senfoni kitabı bir arayış çabası elbette ama soruları cevaplamaktan ziyade yeni sorularla baş başa bırakıyor bizleri. Sonuçta yaşamın ve yaşanılanların anlamını herkes kendi anlamalı ve kavramalı. Ders de ödev de kişiye özel. Birbirimizin dertlerine, derslerine destek olabiliriz ama her kişi kendi çözmeli, çözümlemeli dersini, derdini. En yakınlar, en sevilenler için de öyle elbette. Mutluluk ile mutsuzluk ve kazanç ile kayıp öyle iç içe ki. Yeri gelir insan sevindiğine de kazandığına da üzülebilir. Şairin dediği gibi “kazanmak neye yarar kaybeden olduğunda…”
Kitapta sevdiğim cümlelerden…
Bana bunu ödev olarak veren Tanrıya şükürler olsun…
Hangisi o yaşta öyle davranıp kandırmadı ki beni…
Ama sırtını Tanrıya yaslamak ile başkasına yaslamak başka şeyler…
Güzellik, refah ve uyumu tahayyül etmek daha çok işine gelir insan ruhunun ve gönül daha çok ona meyleder. Bize bunu öğreten, yol gösteren de o beş duyu.
Evet asıl bu inançsızlık üzüyordu ama yıldırmıyordu…
Yolunu şaşırmış tek kuzu doğru yoldaki doksan dokuz kuzudan daha çok sevindirir onu bulan çobanı.
Yeryüzü kuşların anlattığı kadar güzel bir yer mi?
Gertrude’un iyi bir yönü de anlamadığını asla anlamış gibi yapmamasıydı, çünkü çoğu insan böyle anlamadığı, muğlak, yanlış şeyler ile doldurur zihnini, sonra bunlardan yola çıkıp akıl yürüterek en berbat sonuçlara varır.
Bir şeyi açık seçik öğrenmemişse bu onda hep büyük kaygı ve sıkıntı oluştururdu.
Bir körü aldatmaya kalkmak büyük alçaklık.
Küçük işlerde sözünü tutan büyük işlerde de öyle davranır.
Zihnimizin yarattığı hortlak ve canavarlara kulak kesilmek yerine gerçek kötülüklerle yetinmeyi bilsek hayat ne kadar güzel, sıkıntılarımız ne kadar katlanır olurdu oysa…
Kendini savunacak durumda olmayan birini elde etmeye çalışmak alçaklıktır.
Birbirini seven, aynı hayatı paylaşan iki kişinin birbirlerine karşı ne kadar da kapalı ve sır dolu olduğunu (ya da o hale geldiğini) düşündüm.
İnsan o yaşta ne istediğini bilebilir mi? Ohho, daha ileri yaşta bile bilemeyenler var…
Yeryüzünün en çok güven ve sevgiye ihtiyacı var…
Görenler bakmayı bilmez… İnsanların gözü kapalı…
Ah Tanrım, bunu akıllı ve bilgelerden saklayıp sıradan insanlara açıkladığın için sana şükürler olsun…
Aşkta asla kötülük olmaz…
Kalbimde iyilikten başka şey hissetmiyorum…
Kimse acı çeksin istemezdim… İnsanları mutlu edeyim isterdim sadece…
Bu çekimi manevi bir görev, bir ödev sayıyordum…
Çorak bir mizacı olduğu için kalbi aklını yeterince besleyemiyor, bu yüzden de gelenekçi, dogmatik birine dönüşmüş…
İsa’nın en küçük kelamında bile her şey ilahi…
İncil’de emirler, tehditler, yasaklar arıyorum nafile yere…
Onun gibi olan herkes için durum aynı, çevrede tutunacak korkuluk, tutamaç, onları gözetecek vasi yoksa kendilerini kaybolmuş hissediyorlar. Dahası vazgeçtikleri özgürlüğe sahip olmasını hoş karşılamıyor, kendine aşkla sunulan her şeyi zorla elde etmeyi seçiyorlar.
Küçük çocuklar gibi değilseniz Krallığımızda yeriniz yok.
Kuşkularımızın ve yürek katılığımızın önüne set çektiği neşe hali Hristiyanlık için bir zorunluluk. Her canlı varlığın neşeli olma gücü, kapasitesi var. O neşeye ulaşmak için herkes çaba harcamalı.
“Kör olsaydınız hiç günahınız olmazdı.” Ruhu karartan, neşenin karşısında durandır günah.
Işık, aydınlık var sadece onda, aşk var…
Tanrı ışıktır ve onda hiç karanlık yoktur…
Yüreğin aklı tuzağa düşürdüğünü söylemez mi zaten La Rochefaucauld?
Kısıtlamalar yasayla değil aşkla benimsetilir.
“Aşk olmadığı için saldırır bize Şeytan. Tanrım! Aşka ait olmayan ne varsa kalbimde hepsini yok et.
“Kendi yiyeceğin için İsa’nın uğruna can verdiği kişinin kaybına sebep olma asla…”
Kendimi onların yanında giderek alışkanlık edindiğim büroya kapanmış halimden daha yalnız hissediyordum.
İyi bir dindar, kendini dünyaya iyilik yapmaya ve başkalarını sevmeye adamış biri…
Gülümsemesindeki çocukçu ifade, davranışlarındaki ahenk, sesindeki müzikalite kimse de yok…
Şiirin yansımalarını bu iki ruhta izliyor olmak…
Bu sevgi ve huzur ortamında inanılmaz hızlı gelişip, ilerleme kaydediyor çocuklar…
İnsanoğlunun dünyayı genellikle çirkinleştirdiği doğru..
Buna yeni kötülükler katmadığımdan emin olmak istiyorum ben de…
Doğanın yasaları insanların ve Tanrı’nın yasalarının yasakladığı şeylere izin verir…
Tanrı’nın yasası neyse aşkın yasası da odur…
Sizi sevmekten vazgeçemem…
Aşkta sınır varsa eğer bunu sen koymuş olamazsın Tanrım, insanlar koymuştur.
Günah fikrinin üstüne çıkarmaya çalışıyorum kendimi ama günah da bağışlanamaz geliyor, İsa’dan asla ayrılmak istemem.
Sevmeyi günah işlemek olarak görmüyorum…
Bana doğru yolu gösteren sizin yanlışlarınız oldu…
Ağlamak istedim ama çölden bile çoraktı yüreğim…
Hikayenin içinde unutma beni çiçekleri geçince… bu şarkı da yazının bir parçası haline geldi…
Kuşlar söz konusu olunca aklıma gelen iki şarkıyı da ekleyeyim yazıya…