Baştan belirteyim ne kitabın kendisi ne de bu yazı bir müzik yazısı değildir lakin müziğin belirleyici etkisi hem bu kitabın hem bu yazının ana temasıdır. Tolstoy bir tren yolculuğu esnasındaki düşleri, düşünceleri ve gerçekleri harmanladığı bu romanında insan ilişkilerini, özellikle evliliği, toplumsal boyutları ile oldukça derinlemesine irdelemiş. Yolculukların insanın düş ve düşünce dünyasındaki önemi ve değerini “…. tren yolculuğu insanlar üzerinde uyarıcı bir etki yaptığından mıdır nedir, yerime oturduğumdan beri hayal gücüme hâkim olamıyorum…” sözleri ile ifade eden Tolstoy’un yolculuk ile düş ve düşünce arasındaki ilişkisine katılmamak ne mümkün hele ki yolcu iseniz.
Hatırlarım da üniversite yıllarımda, 4 yıl, Sakarya’dan Konya’ya, Konya’dan Sakarya’ya 6-7 saat otobüs 10-12 saat tren yolcuklarım sırasında kulağımda walkman ile kafamı dayadığım camdan dışarısını seyrederken ne iç yolculuklar yapıyordum. Hâlbuki trenin rahatsız edici sesi pek de keyif verici değildi buna karşın ferah ve rahat koltukları ve sıkıldığımda hareket kabiliyetimin olması genellikle tren seyahatlerini tercih etme sebebim oluyordu. Bir de Bolu Dağı elbette. Otobüsle Sakarya’ya gelirken bir gece uyandığımda Bolu Dağı inişinde, ki tek şeritti o zaman ve tünel yoktu daha, karlı ve kaygan zeminde tırların arasından kaza yaptık, yapacağız korkusu ile inene kadar canım burnumda gelişimi hatırlıyorum da. Korku da insanı huzursuz ve uykusuz yapıyor. Gerçi tren yolculuklarında da pek uyumazdım, belki bir iki saat, eğlenceli gelirdi tüm gece uyanık kalmak, kendi içime dalmak.
Doktora sürecimde, 5 yıl, yine yolculuklar ile geçti lakin bu sefer hep otobüsle, bir kez trene bindim o da Bostancı’dan, trenin gelmesine birkaç dakika vardı, Hareme ulaşmak için ise daha epey süre. Gerçi varış çok daha uzun sürdü ya neyse. Bu yolculuklarda pek kaza korkusu yaşamadım zira öğretmenliğimin ilk yılı hayatımın değişeceği bir kararı almaya giderken devrilen bir minibüsün içinden ambulans ile hastaneye gidince, daha doğrusu kaza yapınca kaza korkusu da kalmıyor aslında. İlginç olan kafamdaki dikiş ve sızı şeklinde devam eden kanamaya rağmen verdiği bir sözü yerine getirmek için yine de gittim görüşmeye oysa ki niyetim görüşüp de kapatmaktı meseleyi. Her buluşma, görüşme anı bir kaderdir ya benim de kaderim oldu. Tüm bu tren ya da otobüs yolculuklarımda, kimi gündüz kimi gece, yanımda önce walkman’im sonra cep telefonum vardı ki yolcuklarım hep müzikten müziğe, içten içe oldu. Çok hatırlarım boğaz köprüsünden geçip de boğazı hiç görmediğimi. Oysa ki gözlerim hep açık lakin ruhum ve aklım kim bilir nerede, kiminle, kimlerle. Ya kavga ya muhabbet halinde. Yalnız yolculuklarda ne kitap ne makale okuyamıyor olmam da ilginç bir mesele, direk baş dönmeye ve mide hareketlenmeye başlıyor bende. Neyse kitaba dönelim biz yine. Yoksa uzun çok uzun hikâye. Tolstoy müziğin etkileyici gücünü şu cümlelerle ifade etmiş.
“Müziğin etkisiyle hissedemediğim bir şeyi hissedebilirmişim, anlamadığım bir şeyi anlayabilirmişim, yapamadığım bir şeyi yapabilirmişim gibi gelir bana…”
“Müzik beni bir anda dosdoğru bu müziği yazan insanın içinde bulunduğu ruhsal duruma götürüyor. Ruhen onunla birleşiyorum ve onunla birlikte bir durumdan diğerine geçiyorum, fakat bunu neden yaptığımı bilmiyorum.”
Tolstoy “Kruetzer Sonat’a Son Söz” ismindeki kitabın son bölümünde kitabın yazılış amacı, karakterler ve olaylar hakkında detaylı bir yorum ve değerlendirme yapmış, bu kısmın da özellikle faydalı olduğunu belirtmek, Tolstoy’un kadın-erkek ilişkileri, evlilikler, toplumsal hayat, yaşam idealleri konusunda fikirlerinin yer aldığını görmek mümkün.
Altı çizili satırlara geçmeden önce Tolstoy adına çekilmiş bir filmden de bahsetmesek olmaz. Harika diyemem ama güzeldi. “The Last Station” aslında onun son tren yolculuğu, ticari kaygılar bizde filmin ismini “Aşkın Son Mevsimi” olarak değiştirip anlamı ve anlatımı çok bozmuş olsa da… Anlaşılan tren yolculukları Tolstoy için hep ilham verici bir hayat hikayesi. Kendi hikayesinin sonuna yolcu eden de bir tren yolculuğu sonuçta. Hepimiz inmeyecek miyiz o son istasyonda.
ALTI ÇİZİLİ SATIRLAR ARASINDAN…
“Herhangi bir konuda kendisinden daha kötüsünü bulamayacak, bulunca da benden daha kötüsü de var diyerek gururlanıp hoşnut olmayacak tek bir alçak yoktur.
“Korkunç bir domuzdum ve kendimi melek gibi görüyordum…”
“Aslında aşk denince cinsel değil, manevi aşk kastedilir. Eğer manevi aşk, manevi beraberlik söz konusu ise, bu manevi beraberliğin sözlerle, konuşmalarla, sohbetlerle ifade edilmesi gerektir…”
“Çoğunluğun kiliseye gitmeyi sadece istediği kadına sahip olmak için özel bir koşul olarak gördüğü bir ortamda …. Satış gibi bir şey oluyor yani…”
“Görmeye değecek bir şey olmadığını söylemeye utandım, gösteri sahibi de herhalde buna güveniyordu…”
“Eğer insanlığın amacı iyilik, güzellik, sevgi gibi şeylerse, insanlığın amacı peygamberlerin sözleriyle söylenen, bütün insanları sevgiyle bir araya getiren, mızraklarını eğip orak haline getiren şeylerse o zaman bu amaca ulaşmayı engelleyen nedir? Engel ihtiraslardır.”
“Kendine hakim olarak ve saflıkla elde edilecek iyilik idealdir… İnsanlığın şu anda yaşayan kuşağı bu amaca erişemedi, sırf içinde ihtiraslar ve bu ihtirasların en güçlüsü cinsel ihtiras olduğu için erişemedi… Cinsel ihtiras olunca, yeni bir nesil de olacaktı, öyleyse amaca bir sonraki nesilde ulaşma olasılığı vardır.”
Teoride aşkın ideal, yüce bir şey olduğu söylenirken, pratikte sözü edildiğinde ve akla getirildiğinde bile iğrenç ve utandırıcı bir şey olmasıdır. …. Oysa insanlar tam tersine iğrenç ve utanılacak olan bir şeye güzel ve yüce görünüm veriyorlar.”
“Bu öfke insan doğasının, kendisini bastıran içindeki hayvana karşı protestosundan başka bir şey değildi.”
Kadını üniversiteye, devlet dairelerine kabul ederek özgür kılıyorlar ama ona yine bir zevk nesnesi olarak bakıyorlar …. bir eşya derecesine düşen …. Lise ve üniversite bunu değiştirmez. Bu ancak erkeklerin kadınlara, kadınların kendilerine bakışının değişmesiyle mümkündür…”
“Yanlış bir yaşam sürdüğü sırada durumun berbatlığını görmemek amacıyla etrafını bir duman tabakasıyla örtebilen insan için bu hem bir kurtuluş yolu hem de bir idam kararı demektir.”
“Mutsuz insanların kentte yaşamaları daha iyidir. İnsan kentte yüzyıl yaşar da çoktan öldüğünün ve çürüdüğün farkında bile olmaz…”
“Müziğin etkisiyle hissedemediğim bir şeyi hissedebilirmişim, anlamadığım bir şeyi anlayabilirmişim, yapamadığım bir şeyi yapabilirmişim gibi gelir bana…”
“Müzik beni bir anda dosdoğru bu müziği yazan insanın içinde bulunduğu ruhsal duruma götürüyor. Ruhen onunla birleşiyorum ve onunla birlikte bir durumdan diğerine geçiyorum, fakat bunu neden yaptığımı bilmiyorum.”
“Çin’de müzik devlet işidir. Öyle olmalıdır zaten. İsteyen herkesin başka birini ya da başka bir sürü insanı hipnotize etmesine, daha sonra bu insanlara istediğini yapmasına izin verilebilir mi? Hele de bu hipnotizmacı karşınıza ilk çıkan ahlaksız bir adamın biriyse. Bu korkunç silah her önüne gelenin elinde var…. Oysa hiçbir şekilde ortaya çıkmayacak bir enerjinin yere de, zamana da uygun olmaksızın uyandırılması mahvedici bir etki yapmadan geçemez…”
“Başından böyle bir şey geçmeyen biri bunu anlayamaz…”