Muhabbet çok özel bir faaliyet ama sanal değil ama herkesle değil. Sıradan bir konuşmadan ve hatta sohbetten çok farklıdır muhabbet. Samimidir, içtendir, gönüldendir. Bırak dakikaları saymayı saatleri unutursun hatta kimi zaman saatlerce susmak bile muhabbetten sayılır, zira muhabbet dil değil gönül meselesidir. Dünya çok hızlı dönüyor, hep öyleydi zaten, lakin ilk defa ona ayak uydurmaya çalışıyor modern insan, sanki dünyanın umurunda. Mekânı ve zamanı koşa koşa yaşıyor sonra gidip muhabbeti ekranlarda arıyor insanın moderni. Ekranların mutluluk vaat ettiği ve mutluluğu çeşitlendirdiği bir gerçek ve mutluluğu asla ekranlardan elde edemeyeceğimiz de.
Neden kaçar olduk dost meclislerinden, neden uzak kaldık sevdiklerimizden, bizi sevenlerden. Sanırım her buluşma hesap, her söz yargı, her bakış ima, her hata imha taşıdığından. Uzak kalıyoruz bir’birimizden, kiminin ki sevilme korkusu kiminin ki sevme fobisi. Kimi dost’tan yaralı kimi el’den kınalı. Her yara, her kına hatırlatıyor bize insandan uzak durmalı. Hani Pinhani’nin güzel şarkısında dediği gibi “bir yer bulmalı dünyadan uzak”. Bir coğrafyacı olarak yer ve dünya kavramlarını deşmeyeyim şimdi yer’i değil, zamanı değil, gereği de yok ya zaten. Dünyadan uzak derken de insandan uzak, medeniyetten ! uzak, şehirden, kalabalıktan uzak bir yer’den bahsediyor olsa gerek ama bulduğu yer’de insan olmasını arzuladığı da bir gerçek. Az insan, çok az insan… Kendi gibi, kendin gibi bir insan… Aynın olmayan, aynan olmayan… Her yer’ ayna, her yer’ aynı dolu zaten. Görünüşte ve düş’ünüşte gitgide herkes birbirine benziyor.
Eğer az biraz insanı anlıyor ve tanıyabiliyorsanız nelerden hoşlanıp hoşlanmadığını, karakterinin genel hatlarını ve davranış kalıplarının şablonunu rahatlıkla çıkarabilirsiniz. İnsanın yüz’eysel haritasını çıkarmak epey kolaylaştı bu devirde. Veri çok, söz çok, eylem çok. Bunu çocuklar doğal olarak yapıyor zaten, muhtemelen sistemimize yüklü gelmiş lakin sonra sonra kendimizi çok daha fazla önemsediğimizden olsa gerek bu özelliğimiz köreliyor. İyi insanların aslında kendini iyi sananların en büyük hatası ve yanılgısı da burada başlıyor iş’te. İnsanı mutsuz eden söz, davranış hatta mimiklerini anladığında, fark’ettiğinde mutsuz etmemek için muhataba göre şekilleniyor kendini iyi sanan. Memnun olma çabasından çok memnun etme, mutsuz etmeme savaşına girişiyor ki kaybedeceği baştan belli bir savaş, zira karşısında koca bir dünya koca bir yaşam var oysa ki insan ne küçük, ne basit, ne kolay. Hem yorucu hem yıkıcı bir çabaya girişiyor ne kadar emek varsa ne kadar yıl varsa hepsini heba ediyor.
Sor bakalım kendine ey kendini iyi sanan insan. Kendin olmadığında muhatabını da kandırmıyor musun ! Niyetin ne kadar iyi ne kadar güzel olursa olsun sen sen olmadıkça, sen sen gibi davranmadıkça muhatabının olumsuz söylem ve davranışlarını hak etmiyor musun ! İyi ise sorun yok ama kötü olunca değerim bilinmiyor, kimse beni anlamıyor diye feryat figan ediyorsun ama. Zaten kimse kimseyi anlamamıştı değil mi! Aslında herkes herkesi anlıyor ama genelde yanlış anlıyor. Nedeni de çok basit çoğu kimse ne olduğu gibi ne göründüğü gibi. Fiziksel makyajın ötesinde us’sal, ruh’sal ve davranış’sal makyajlar yapıp çıkıyoruz her gün dünya sahnesine. Herkesin kendi oyununu oynadığı, asıl oyunu dünyanın’ kurduğu “mış” gibi bir dünya burası. Seviyor’muş gibi, değer veriyor’muş gibi, çalışıyor’muş gibi, ilgileniyor’muş gibi. İsmi mühim değil bir kişisel gelişim uzmanı öğrencilere seminer verirken ben hepinizi seviyorum demişti, vay be ne büyük insan sevgisi, mümkün mü peki elbette değil. Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Mevlana huyundan, suyundan değilsen eğer tabi. Onlar insanda insanı değil yaratanı görüyorlar çünkü. “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü” felsefesi. Yoksa insanda başka sevilecek ne var ki. Bir yığın et parçası bir yığın da yanlış düş ve düşünce. Ya ben ya sen. Nasıl severiz bir’birimizi, nasıl severiz diğer insanları. Birbirimize karşı sözlerimiz ve davranışlarımız bizi birbirimize sevdiren. Kolay değil birinin sevmediğimiz, istemediğimiz, beğenmediğimiz söz ve davranışlarına katlanmak, sebebi vardır muhakkak ve üstünde son tüketim tarihi de yazılıdır elbette. Yeryüzünü tükettiğimiz gibi iyiyi, güzeli, sabrı, sevgiyi, samimiyeti ve dahi muhabbeti de tükettiğimiz bir gerçek. Sonra betondan şehirler gibi betondan kalplerle ile dolduruyoruz dünyayı. Taşlaşmış kalplerin aklından ise sığınacak bir liman bulmak lazım “dünyadan uzak deryaya yakın…” Arayıp da bulacağın bir yer değil, aramayanın bulması ise mümkün değil. Kaderin ve yazgının işleyişine, akışına tabi olmak lazım ve tabi bu sırada yol ile yol işaret ve işaretçilerine dikkat etmek…