Yayınevi: Can Çeviri: Sinan Okan Çavuş
Bauman’ın bu kitabı modern zaman, mekân ve insanın ne kadar akışkan olduğunu gözler önüne seren, yaşadığımız ve yaşayacağımız olaylara ışık tutan ve ufuk açan bir eser. Modernitenin görünen güzel yüzü dışında yıkımlarının ve bedellerinin de ağır olduğunu özellikle anlamımız isteyen Bauman bunu çok sayıda örnekle bize ispatlamış aslında.
Bauman bu akışkan modernite çağında yaşadığımız karmaşa ve karışıklık hissini ve durumlarını salt kişisel olarak algılamamız gerektiğini bize fısıldarken kendimizi yetersiz, huzursuz ya da üzgün hissetmememiz gerektiğini de ortaya koymaktadır. Beş bölümden oluşan kitabın temel konuları kurtuluş, bireysellik, zaman/mekan, emek ve cemaat.
Bauman’a göre nereye gitmekte olduğumuza dair açık ve net küresel toplum, küresel ekonomi, küresel politika, küresel kanuni yetki alanı vs. için örnek bir model oluşturacak bir hedef görüşümüz yoktur. Karanlıkta el yordamı ile yol bulmaya çalıştığımızı ifade eden Bauman ne yapmalı sorusuna ek olarak kim yapmalı sorusunun da insanın, insanlığın daha da fazla kafasını karıştırdığını söylemektedir. Kabaca ifade ettiği ise akışkanlık koşulları altında her şey yapılabilir fakat yapılacak hiçbir şeyin kalıcılığı olamaz.
Mutluluğu mağaza raflarında arama dönemi geri dönüşün söz konusu olmadığı, sürekli olarak tek yönde ilerleyen bir atılımdan çok, bir kereye mahsus, doğası gereği ve kaçınılmaz olarak geçici bir sapma mıdır yoksa ileride de öyle mi olacaktır. Jurinin hala toplantıda olduğunu belirten Bauman artık karar verilmesini gerektiğini ifade ediyor yoksa kumanyalar tükendiğinden zorla geri çağrılma ihtimali de artmıştır diye de ekliyor bu yıldan tam 8 yıl önce.
ALTI ÇİZİLİ SATIRLARDAN…
Kalıcı olan şeylere tahammül edemez olduk. Can sıkıntısından nasıl meyve alacağımızı bilmiyoruz artık.
Sorunun özü şu, İnsan aklı, insan aklının yaptıklarına vakıf olabilir mi? Paul Valery
Akışkanlar çok kolay değiştirirler. “Akarlar”, “damlarlar”, “dökülürler”, “taşarlar”, “sızarlar”, “boşalırlar”, “püskürürler”, “süzülürler”… (düşününce hangimiz akışkan değiliz ki…)
Hiçbir kalıp yerine yenisi konmadan kırılmadı, eski kafeslerinden kurtulan insanlar, yeni düzenin kullanıma hazır hücrelerinden birini seçme durumunda bırakıldılar. Özgür bireyleri bekleyen görev, yeni elde ettikleri özgürlükleri ile kendilerine en uygun hücreyi bulmak ve orası için iyi ve gerekli görülen kurallar ile davranış biçimlerine sadık bir şekilde uygum sağlamaktı.
Bugün esas kar getiren şey, ürünün dayanıklılığı ya da güvenilirliği değil, baş döndüren dolaşım hızı, geri dönüşüm, eskime, çöpe atma ve yenileme döngüsünün kısalığıdır. Bin yıllık gelenek ilginç bir şekilde tersine dönmüş ve günümüzde günü büyük karlar ile kapatanlar dayanıklı olandan uzak durup geçici olana kucak açanlar olurken, ellerindeki dayanıksız, değersiz ve kısa ömürlü malları –her şeye rağmen- umutsuzca uzun ömürlü kılmaya ve onları uzun süre kullanmaya çabalayanlar yığının en altında kalmıştır.
Özgürlük çok yavaş ulaşılan bir hedef, özgürlüğe asıl ihtiyacı olanların ise bu hedefe ulaşmakta son derece gönülsüz.
Bizi özgür kılan hakikat genellikle duymak istemediğimiz hakikattir.
Yaşadığımız topluma ne oldu da kendini sorgulamayı bıraktı.
İnsan yapımı olup da insanın yıkamayacağı hiçbir şey yoktur.
Yurttaş ile kavgaya tutuşmuş birey…
Bireyselleşme artık kurumlaşmıştır ve kalıcıdır, bireyselleşmenin gündelik hayatımızdaki etkileri ile başa çıkma yollarına kafa yoranların öncelikle bu gerçeği kabullenmesi gerekir.
Düşünmeye ihtiyacımız olduğu için düşünürüz. Theodor Adorno
Özgür bireylerin payına düşenler öyle çelişkilerle doludur ki bunların içinden çıkmak bir yana neyin, ne olduğunu anlamak bile zor iştir.
Hafif kapitalizm yolcuları pilot kabininde kimsenin olmadığını ve üzerinde “otomatik pilot” yazan esrarengiz kara kutudan uçağın nereye uçtuğu, nereye ineceği hakkında bir şeyler öğrenmenin imkansız olduğunu dehşetle fark ediyorlar.
Tüketicinin sefaleti, seçeneklerin azlığından değil gereğinden fazla oluşundadır.
Kendinizi delirtmenin en garantili yolu başkalarının işine karışmak, aklınızı başınızda turmak ve mutlu olmanın yolu ise kendi işinize bakmaktır.
Size akıl vermesi ve yol göstermesi için örnekler aramak bağımlılıktır. Ne kadar çok yaparsanız ona o kadar çok ihtiyaç duyar ve peşinde olduğunuz “uyuşturucudan” her mahrum kalışınızda kendinizi daha mutsuz hissedersiniz. Örnekler ve hazır tarifler, yaşanıp sınanmadığı sürece çekici kalmayı sürdürürler. Fakat neredeyse tamamı, getirmeyi vaat ettikleri mutlu sona ulaşmadan sizi yarı yolda bırakır. İyi hayat reçeteleri ile iyi hayat araçlarının bir de “son kullanma tarihleri” bulunur.
Ekonomizm dinine mensuplarının tapınakları da alışveriş merkezleri… Alışveriş bir arınma ayinidir… Birlikte iken ayaktaydık bölündük alışverişteyiz..
Modern yaşam tradejisinin merkezine var olmanın dayanılmaz hafifliği yerleşti. (Milan Kundera’ya atfen)
Anındalık çağında “akıl tercihi” tatmin peşinde koşmak ama sonuçlarına katlanmaktan kaçmak, özellikle de bu sonuçların getirebileceği sorumluluklardan kaçmak demektir. Zamanda süreklilik bir nimet olmaktan çıkıp, külfete dönüşür..
İnsan içinde yaşadığı zamana babasından daha çok benzer. Guy Debord
“Bir şair için yazmak ardında “hep orada olan” bir şeyin saklandığı duvarı yıkmaktır. Aşikar olanı zaten herkesin bildiğini tekrar eden şair, düzmece şairdir.” Milan Kundera
Kişi sadece şu anda yaşarsa anla birlikte gitmeyi kabul etmiş demektir. Juan Goytisolo
Yaratmak (ve keşfetmek) bir kuralı yıkmak demektir, kurala uymak sıradandır, bir özelliği yoktur, bir yaratı edimi değildir.
Kişinin yazgısı kaderi değildir. Temelde kaderin doğal ve kavranabilir bir kökeni vardır. Kişinin kaderini anlaması, onun yazgıdan farklı olduğunu bilmesi demektir. Ve kişinin kaderini anlaması, o kaderi ortaya çıkaran karmaşık nedenler ağını ve onun yazgıdan farklı olduğunu anlaması demektir. Bu dünyada bir iş görmek için kişinin, dünyanın nasıl çalıştığını bilmesi gerekir. (sanırım en müthiş tespitlerden biri)
Sosyologların işi seçimlerin her zaman özgür kalmasını sağlamak.. (hangimizin değil ki)